İçeriğe git

Ana menü:

DİN VE İNANÇ

KÖYÜMÜZÜ TANIYALIM

Bilindiği gibi; din, sosyal kurumların en önemlilerinden biridir. Köy hayatının düzenlenmesinde, fertlerin ahlaki yapısında, dünya ve ahiret sorunlarının aydınlatılmasında din önemli bir etkendir. Biz ise bu bölümde köy halkının dini inancı ve dine karşı tutum ve davranışlarını incelemeye çalışacağız.

Köy halkının hepsi Müslümandır. Köydeki herkes “alevi” Müslümandır. Köyde cami veya cem evi bulunmamaktadır.

Köydeki insanlar dini ibadetlerini cem denen dini ayinler düzenleyerek yapmaktadırlar.

Cemlerde genellikle (köyde cem evi olmadığı için) geniş olan evler de yapılmaktadır. Ramazan ayında köyde oruç tutana rastlanmazken; her yıl şubat ayına denk gelen “Hızır Orucu (bu oruç en fazla yedi gün tutulduğu gibi, 1,3,5 günler şeklinde de tutulmaktadır)” ve hicri takvime göre her yıl muharrem ayının ilk on iki gününe denk gelen “Muharrem Orucu (12 gün)” tutulur. 12’nci günün sonunda ise aşure pişirilerek dağıtılır. Oruçlar tamamen isteğe bağlı olarak tutulmaktadır. Köydeki yaşlıların tamamı ve 20-25 yaş üzeri gençlerin önemli bir kesimi tutmaktadır.

Köyde ki çocuk ve gençlerin dini eğitimi okullarda verilen dini eğitimin dışında, köydeki Dede’lerin ve ileri yaştaki insanların anlatımı ile şekillenmektedir.

Şu anda Kuyudere köyünde zaman süreci içinde inanç, tutum ve davranışlarda önemli derecede değişiklikler olmuş ve bu değişim süreci halen devam etmektedir.

Köyde inanç sistemi içinde önemli bir yere sahip olan ziyaret yerlerini ve Ocakları inceleyecek olursak:

Köyde üç tane Ocak olduğu söylenmektedir. Bunlar Ağ Gelin Ocağı, Karayel Ocağı ve Hanım Ana ocağı.

Karayel Ocağı; bu ocağa gidenlerin orada oturan Dede veya ev halkında birisine sızlayan (halk arasında “yel girmiş” denen, kol veya bacağını) kısmı ovalamasıyla geçtiğine inanılır. Daha sonra rahatsızlıktan kurtulan kişi lokma yapar. Lokma; “kömbe” yapılır, bisküvi alınır veya hayvan kurban edilerek köylülere dağıtılır.

Köyde İbrahim SARIALTUN’un evi yel ocağı olarak bilinir. Buraya gidenler bir tasın içine su doldurarak iğne atarlar(akşamdan). Bu iğne hangi yel ocağı niyet edilerek atılırsa atılsın eğer ki iğne paslanırsa o yel ocağına adakla gidilir.

Ağ Gelin Ocağı; köyün alt mahallesinde bulunmaktadır. “Ağ Gelin ocağı olan ev köyde İbrahim ŞENGÜL’e aittir. Bu ocağa adak adanır dilek dilenir. Hastalara şifa dilenir. Anlatına göre Arapkir’in Bostancık köyünden köye bir gelin getirilir. Gelin Sünni inançlıdır. Köyde Cem ayini yapıldığında inanca göre, gelini Cem ayinine almazlar. Gelin ise mutlaka katılmak ister. Cem’de bulunanlara su getirir. Maksadı çorbada tuzu bulunsun diye. Kurban bayramının arife günü tan yeri ağarmadan, gelin sitilleri koluna takıp zemzem suyu getirmeye gidiyor. Suyu alıp eve getirirken “Allah’ım neden beni Cem’e almıyorlar?” diye yalvarırken yöredeki bütün ağaçlar eğilir(secde derler). Selvi ağacı eğilirken gelinin izarını(baş örtüsünü). Başından alarak yükselir. Gelinin baş örtüsü selvinin tepe noktasına yükselir. Gelin Allah’a yalvararak ben bu halka, bu insanlara ne diyeceğim, kocama ne diyeceğim diyerek yalvarıyor ve daha sonra kayıplara karışıyor. Bundan sonra gelini sürekli bu ocak denen evde dolaştığını görenler olmuştur. Bundan dolayı burası ziyaret olarak kabul edilmiştir.”

Köydeki ocaklarla ilgili birçok rivayet bulunmaktadır. Kişilerin iyileştirici özelliği üzerine de birçok rivayet bulunmaktadır. Örneğin; Celal ŞENTÜRK’ün kırkı daha çıkmadan hasta olmuş ve Elif Ana denen birinin üfelemesiyle(ovalama) iyileşmiş. Bu olay kendisine anlatıldıktan sonra kendisinde büyük bir etki bırakış ve Elif Ananın bulunduğu evin önünden her geçişin de buraya niyaz( ziyaret) edermiş. Aynı şekilde Ağ gelin Ocağının önünden her geçişte de Ağ gelin Ocağına ziyaret edermiş.

Kuyudere köyünde ziyaret edilen belli başlı Ocaklardan başka köy dışında da ziyaret edilen yerler vardır. Bunlar; Çalgan Baba, Şuvat Dede ve Sarı Baba.

Çalgan Baba; burada böyle birisinin yaşayıp yaşamadığı bilinmemektedir. Fakat burasının köyün suyunun kaynağının çıkış noktası olması burasını köylü için önemli kılmaktadır.

Şuvat Dede; köyde yaşamış bir Dede(Alevi dedesi). Çok eskilerden(yaklaşık şu anki kuşaktan beş kuşak önce) köydeki çocuklar hastalık yüzünden ölürmüş. Şuvat Dede ‘Allah’ım onların canını bağışla benim canımı al’ demiş ve kısa bir süre sonra Şuvat Dede ölmüş. Çocuklar da ölmemeye başlamış. Bu nedenle her bahar ayından yaz aylarına girerken ilk Cuma kurbanlar kesilir veya lokmalar yapılarak Şuvat Dedeye, ikinci cuma; Çalgan Baba’ya ve üçüncü cuma da Sarı Baba’ya gidilir. Zaten bu ziyaretlerin önemleri de uzaklıklarına bağlı olarak artar.

Sarı Baba; “köyün yaklaşık 1 km kuzey-batısında Yeniköy hududuna yakın Sarı Baba ziyareti bulunmaktadır. Ziyaretin etrafı taş yığını ile çevrili. Sarı babanın bir şehit olduğu bilinir. Ne zaman yaşadığı ve kim olduğu bilinmemektedir. Buraya yağmur duasına çıkılır. Dilek dilenir adak adanır. Özellikle sarılık hastalığına yakalananlar götürülür. Dilek dilemeye gidenlerin yalın ayak gittikleri görülmektedir.”

Köye yaklaşık 1-1,5 km uzaklıkta ve burayla traktörle veya hayvanlarla ulaşım sağlanmaktadır. Küçük bir sıradağ dizisinin sonunda ki dağın tam tepesinde yer almaktadır. Sarı Baba denen kişinin mezarı eski tek odalı bir evin harabesinin içindedir. Evin tam orta yerinde mezar bulunmaktadır. Mezarın birkaç kez gizlice kazıldığı söylenmektedir. Son haliyle mezar kuzey-güney doğrultusundadır. Burayı ziyarete gelen köylüler köyden getirdikleri lokmaları(etli yemek, kömbe, bişi, somun vs.) veya burada yaptıkları etli yemekleri bir arada yiyerek bu ulu kişiyi andıklarını söylemektedirler. Bu ziyarete gelişlerin amacı kişisel niyetleri dışında, yağmur duası için gelinmektedir.

Sarı Baba ziyaretine gelişleri ve onu anmaları genellikle şöyle gerçekleşmektedir:

Öğlen 11:00 gibi gelen gençler ve köyün ileri gelenlerinden birkaç kişi kurbanları kesmekte, temizlemekte ve pişirmekte. Akşam saat 2-3 sıralarına kadar hazırlamak zorundadırlar. Köylüler köyden traktörlerle veya hayvanlarla, isteyen yürüyerek( yalın ayak) saat 3:00 gibi Sarı Babaya gelmekteler. Önce mezar yeri ziyaret edilir ve daha sonra dualar okunarak gençlerden birkaç kişi tarafından lokma dağıtılır. Lokma yendikten sonra herkes mezarın kuzeyindeki düz araziye geçerek yan yana halka oluşturulacak şekilde oturulur(dizlerinin üzerinde). Herkes dualar eşliğinde ellerini hafiften yere vurarak Allah’a yalvarırlar.

Sarı Baba’ya sarılık hastalığı için gidenler, yumurta pişirirler ve Sarı Baba’ya giderler. Yumurtanın beyazını yerler ve sarısını sarılık hastalığı bulaşmaması için veya sarılık hastalığının geçmesi için gömerler.

Mezar yerinin özelliklerine bakacak olursak;

Mezarın üzerinde düz bir taş bulunmaktadır. Taşın üzerinde 933 (hicri olabilir) yazmakta. Taşın ortasında ise 20 cm2 lik kare şeklinde, 2 cm derinliğinde bir çukurluk bulunmaktadır. Mezarın 6-7 metre aşağısında (batısında) bir alıç ağacı bulunmaktadır. Bu ağacın dallarına ise kabul olacağına inandıkları dilekler için bezler veya ipler bağlanmaktadır. Ayrıca mezarı ziyaret eden herkes mezarın önünde ki boşluktan bir parça cüher almaktadır ve bunu yemektedirler(dillerinin ucuna değdirmektedirler).


İçeriğe dön | Ana menüye dön